Çernobil Faciası (1986)
26 Nisan 1986 günü Çernobildeki 4 numaralı reaktörün patlaması sonucu Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan bombalarının 100 katı kadar radyasyon havaya karıştı, radyoaktif bulutlar rüzgarında etkisiyle Güney Afrika’ya kadar ulaştı. Yağan yağmurlar Karadeniz ve Edirne’de bulutları yere indirdi. En mütevazi rakamlara göre, üç ülkede 146 bin kilometrelik bir alan radyoaktif kirlenmeye maruz kaldı. Bu, İtalya’nın yarısı kadar bir alana denk düşüyor. 52 bin kilometrelik Danimarka büyüklüğünde bir tarımsal alan da kirlendi.Felaketinin üzerinden 22 yıl geçmiş olmasına rağmen insan sağlığı açısından hala ciddi tehlikeler taşıyan bölgede yüzlerce köy yerleşime kapalı. Yıldönümü dolayısıyla hayatını kaybeden 4 bin kişi, Ukrayna, Rusya ve Beyaz Rusya’da anıldı. Halk Çernobil anıtlarına çiçekler koyarak kandiller yaktı.
Nisan 1986 günü İsveç’in başkenti Stockholm’deki Formsak Nükleer Santrali’nin çalışanları da, santraldeki cihazlar da ters giden bir şeyler olduğunu fark etti!
Radyoaktivite ölçüm cihazları alarm veriyordu! Danimarka ve Finlandiya’daysa radyasyon oranları normalden 6-10 kat fazlaydı. Önce sorunun kendi santrallerinden kaynaklandığını düşündüler. Fakat izledikleri yön onları doğuya, Ukrayna’ya götürdü.
Nükleer felaketin merkezi Çernobil’di! Çernobil Santrali’nin 190 ton zenginleştirilmiş uranyum içeren 4 numaralı reaktörü 1983′te hizmete açıldı. 25 Nisan 1986′da bir güvenlik testi için reaktörün gücü yarı yarıya düşürüldü.
Bir gün sonra, yani 26 Nisan gecesi 1000MWth düzeyine inmesi gereken güç 30MWth’e düştü ve bu durum reaktörün kontrolden çıkmasına neden oldu. Saatler 01:23:48′i gösterdiğinde meydana gelen patlama reaktörün 2 bin tonluk çatısını havaya uçurdu. Üstelik geçmişi 1960′lara dayanan R.B.M.K tipi reaktörler, nükleer radyasyonun yayılmasını önleyecek bir üst yapıya da sahip değildi!
Çernobil’e en yakın yerleşim yeri Pripiyat’ta yaşayıp Çernobil’de çalışanlar,patlamayı izleyen 48 saat boyunca kol gezen ölümü görmezden geldi. Herkes sadece “bir kaza”dan bahsediyordu. Onlara ortalık sakinleşene kadar üç gün evlerinden uzaklaşmaları söylendi.
Ertesi gün Kızıl Ordu’nun genç askerlerine üsleri tarafından bir emir verildi: “Ya Çernobil Santrali’nin çevresini iki dakikada temizleyeceksiniz ya da Afganistan’da iki yıl savaşacaksınız!”Emri alan askerlerden bugün kaçının hayatta olduğu bilinmiyor!Pripiyat’ta 150 bin kişi evini terketti. Bir yıl sonra, 1987′de radyasyon düzeyi hâlâ çok yüksek olmasına rağmen “babuşkalar” (yaşlı kadınlar)birinci derece yasak bölgeye geri döndü. Devlet yetkilileriyse bu kadınların nükleer çağda sezyum-137 ile yüz yüze gelmeyi şehir hayatına tercih etmesine karşı kayıtsız kaldı.n buraya tıklayın.
ÖLÜM’ BULUTLARIN ETKİSİYLE YAYILDI
26 Nisan 1986′da Çernobil’de meydana gelen, Hiroşima’nın 100 katına denk patlamanın sadece SSCB sınırları içinde kalmayacağı açıktı.
Bulutlar yoluyla Kanada’dan Japonya’ya kadar taşınan radyasyonun Türkiye’yi etkilememesi söz konusu bile değildi! Buna karşın dönemin üst düzey yetkililerinin “Türkiye’de radyasyon yok” sözleri kulaklarımızda çınlarken, bölgede yetişen ürünlerde insan sağlığına zararlı hiçbir kirlenmenin olmadığını kanıtlamak için ince belli bardaklardan içtikleri çaylar da hafızalarımızdaki yerini aldı.
Fakat “görünmez düşman” radyasyon,insanlarla giriştiği savaşta yavaş yavaş zafere ulaşıyordu. 20 yılın ardından “kanser,” Karadeniz Bölgesi’ninölüm oranlarını gösteren grafiklerde yukarı doğru tırmandı. Radyasyonun Türkiye'deki etkileriyle ilgili çalışmalar ne yazık ki çok sınırlı. Bunda istatiksel yetersizliklerin de rolü büyük. Konuyla ilgili en son çalışma Türk Tabipler Birliği ve Hopa Belediyesi’nin işbirliğiyle 1-30Eylül 2005 tarihleri arasında Hopa ilçe merkezinde yapıldı. 1939 evde yaşayan 7 bin 831 kişi üzerinde gerçekleşen araştırmada 76 kanser vakası saptandı.
Hopa ilçe merkezindeki Sağlık Ocağı’nın kayıtlarına göre 2003 yılında meydana gelen 38 ölümün 21′i, 2004′te 36 ölümün 14′ü, 2005′te 22 ölümün 11′i kanser nedeniyle gerçekleşti. Bu üç yıl içinde meydana gelen 23 ölümün nedeniyse saptanamadı. Yani Hopa’da son üç yılda gerçekleşen ölümlerin yüzde 47.9′u kanserden! Bu Türkiye ortalamasının hayli üzerinde. Çünkü Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre 2004 yılında Türkiye’deki ölümlerde kanserin payı yüzde 11 İlçedeki kanser vakası sayısıyla kanser yüzünden ölümlerin Türkiye’nin diğer coğrafi alanlarına göre daha fazla görülmesi, durumun ne kadar tehlikeli ve daha ayrıntılı araştırılmaya muhtaç olduğunu gözler önüne seriyor. Çernobil felaketinin 20. yıldönümüyle, Sinop’a nükleer santral yapılması tartışmasının aynı günlere rastlamasıysa daha da tuhaf!
Sağlık Bakanlığı’nın Karadeniz Bölgesi’nde iki yıldır yürüttüğü “Kanser ve Kanser Risk Faktörleri Araştırması”nı değerlendiren nükleer teknoloji uzmanı Doç. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, “Çernobil Türkiye’de yoktur diye yalan söylüyorlar” dedi.
Sağlık Bakanlığı’nın Karadeniz Bölgesi’nde iki yıldır yürüttüğü “Kanser ve Kanser Risk Faktörleri Araştırması”nı değerlendiren nükleer teknoloji uzmanı Doç. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, “Çernobil Türkiye’de yoktur diye yalan söylüyorlar” dedi.
Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, Sağlık Bakanlığı’nın Karadeniz Bölgesi’nde iki yıldır yürüttüğü ‘Kanser ve Kanser Risk Faktörleri Araştırması’nın sonuçlarını değerlendirdi. Doç. Dr. Tanay Uyar, “Yapılan araştırma Isparta’nın temiz, Çernobil’den etkilenmemiş bir yer olduğunu söylüyor. Ama Karadeniz ile Isparta’da ‘aynı oranda kansere rastlıyoruz’ diyor. Bu rakamların eşit olması, Karadeniz’in Çernobil’den etkilenmediğini değil, ülkenin her tarafının aynı ölçüde Çernobil’den etkilendiğini gösteriyor” dedi.
Doç. Dr. Uyar’ın araştırma üzerine tespitleri şöyle:
BULUT TÜRKİYE’NİN ÜZERİNE ÇÖKTÜ
“Normalde doktorların bölgeleri birbiriyle karşılaştırıp burada daha az kanser var, burada daha fazla kanser var gibi bir değerlendirme yapmamaları gerekiyor. Çernobil’den çıkan bulutlar önce kuzeye, İsveç’e gitti. Hatta orada bir santralden dışarı sızıntı varmış gibi hissettiler. Ama daha sonra dışarıdan geldiğini tespit ettiler. Ardından da bulut yükseldi ve dönüp Türkiye’nin üzerine çöktü.”
ISPARTA DA KARADENİZ KADAR ETKİLENDİ
“Türkiye’nin yalnızca Karadeniz bölgesi değil, tüm bölgeleri bundan etkilendi. Bakanlığın yaptığı araştırma Isparta’nın temiz, Çernobil’den etkilenmemiş bir yer olduğunu söylüyor. Oysa bu ille Karadeniz’i karşılaştığımızda, bu, ‘kansere rastlamıyoruz’ değil, ‘aynı oranda kansere rastlıyoruz’ anlamına geliyor.
Bu rakamların eşit olması, Çernobil’e ilişkin yapılan raporlamalara göre, Karadeniz’in Çernobil’den etkilenmediğini değil, ülkenin her tarafının aynı ölçüde kanserden etkilendiğini gösteriyor. Isparta ve Karadeniz’de kanser oranlarının aynı olması, Çernobil’den aynı şekilde etkilendiklerini gösterir.
Sağlık Bakanlığı’nın kanser araştırması için tıklayın
Bunu kanıtlamak için Çernobil raporları ve bulutların gidip Türkiye’nin üzerine çöktüğüne dair uydu fotoğrafları var.”
TÜRKİYE’DE ÖLÇÜM YAPILMADI
“Türkiye’de Çernobil incelemeleri yapılmadı, yalnızca Avrupa bölgesinde yapıldı. Çernobil’den gelen radyasyonun satıh taranarak nerelerde yoğun olarak bulunduğunun ölçümü yapılmadı.
‘Kanser vakaları sigaradandır, Çernobil’den değildir’ sözü, Türkiye’nin bütünü Çernobil’den etkilendiği için bana göre anlamsız ve çok da bilimsel olmayan bir tespit.”
ÖLDÜRMEYEN RADYASYON YOKTUR
“Trakya ve Karadeniz’de yaşayanlar 59 milirem, diğer yörelerde yaşayanlar da 50 milirem radyasyon aldı, diyerek insanları birimlere boğuyorlar. Doğal çevreye uyumlu savaş olmayacağı gibi, radyasyonun da insanı öldürmeyeni yoktur. Kısa süreli alırsınız, o nedenle yayılır ki vücudu birden tahrip etmesin. Radyasyon radyasyondur ve maruz kalınmaması gerekir. Hücreler üzerinde etkilidir.
Ben nükleer mühendis olarak mezun oldum. Bizim kitaplarımızda, herhangi bir önlem 10 bin dolardan fazlasını gerektiriyorsa, ama karşılığında bir kişi ölüyorsa, o önlemi almaya gerek yoktur gibi mühendislik hesapları vardı.
Doğal çevreye ve insan sağlığına zarar veren bir şeyle uğraşınca, onun yapılmasını makul kılmak için bu tür sınırlamalar koyuyorsunuz. İnsanı zehirlemenin sınırı olur mu? Zehirlenmemesi gerekir. İnsan doğal çevrede yaşayacak ve bunun da enerji üretim biçimleri var. Dolayısıyla milirem farkı yoktur. Bu, bana sorarsanız insani bir şey değil.”
ÇERNOBİL’DEN ETKİLENENLERİN YARISI TÜRKİYE’DE
“Son yapılan ve Çernobil’in 20’nci yılında açıklanan ‘The Other Report on Chernobyl-Çernobil Üzerine Diğer Rapor’ araştırması verilerine göre 30-60 bin arasında kişinin kanserden ölümü bekleniyor.
Çernobil’in etkilerinin yarısı Batı Avrupa’ya düşmüş. Peki diğer yarısı nerede? Bu tür bir araştırma Türkiye’de yapılmadığı için diğer yarısının Türkiye’ye düştüğünü göremiyoruz.
Türkiye’de Çernobil üzerine yapılan bu araştırma ise ‘Çernobil’in kanser vakalarında bir etkisi yoktur, Karadeniz ile Isparta arasında fark yoktur’ diyor. Bizim argümanımız kaç milirem olduğu falan değil, Çernobil’den tüm Türkiye’nin etkilendiği. Türkiye’de yoktur diye bir yalan söylüyorlar ve onun üzerine birkaç yalan daha ekliyorlar.”
TARTIŞMANIN BİÇİMİ YANLIŞ
“Gazete ve televizyonlar araştırmanın bilimsel olmadığını söylüyor. Sağlık Bakanlığı ise bilimsel diyor. Ama ben zaten tartışma biçiminin yanlış olduğunu söylüyorum. Herkes ulaşabildiği bilgilerle ve bu işten anladığı kadarıyla bir tarafa çekiştiriyor.
Çernobil’in 20’nci yılında, araştırma verilerinin değerlendirildiği toplantıda Türkiye’den ben ve birkaç gazeteci daha vardı. O bilginin burada nasıl olsa olmayacağını ve kimsenin bunu fark etmeyeceğini düşünerek bu şekilde yaklaşıyorlar.
Toplantıya katılıp bilgi verenler de bu detayı bilmedikleri için tartışmayı alakasız bir yerden yürütüyorlar. Ben bunun kötü niyetli olduğunu düşünmüyorum.”
İNSANLARIN RAHAT ÖLMESİ SAĞLANMALIYDI
“Çernobil’in hemen ardından Türkiye’de tüm ölçümler yapılıp nerelerde kirlenme olduğu tespit edilmeli, insanların hangileri ölecekse onların rahat bir şekilde ölmelerine olanak sağlanmalıydı. Radyasyon buraya gelmişti ve insanlar ölecekti. Bunun nedeninin Çernobil olduğunu söylemek gerekiyordu.
Ukrayna kuzeyde olunca sorun hep kuzeyde diye bakılıyor. Ama makro düzeyde baktığınız zaman bunun bulutlarla tüm Anadolu’ya yayıldığının anlatılması gerekiyordu. Bunu da Atom Enerjisi Kurumu’ndaki insanlar yapacaktı.
Buradaki uzmanların yaptığı çalışmaları, ‘Hayır böyle bir şey yoktur’ diyerek kamuoyuna duyurmadığınız zaman bütün yurttaşlara karşı olan sorumluluğunuzu da yerine getirmemiş oluyorsunuz.
Araştırmadaki asıl sorun bu konunun bilinmemesinden kaynaklanıyor. Savunanlar Çernobil’de ne olmuş, radyasyonu nerelere dağılmış bilmedikleri için, kamudakiler de ölçmüşlerse de olmadığını kanıtlamak için çabalıyorlar. Çünkü bir yandan da Türkiye’de nükleer santral kurmaya çalışıyorlar.”
Nisan 1986 günü İsveç’in başkenti Stockholm’deki Formsak Nükleer Santrali’nin çalışanları da, santraldeki cihazlar da ters giden bir şeyler olduğunu fark etti!
Radyoaktivite ölçüm cihazları alarm veriyordu! Danimarka ve Finlandiya’daysa radyasyon oranları normalden 6-10 kat fazlaydı. Önce sorunun kendi santrallerinden kaynaklandığını düşündüler. Fakat izledikleri yön onları doğuya, Ukrayna’ya götürdü.
Nükleer felaketin merkezi Çernobil’di! Çernobil Santrali’nin 190 ton zenginleştirilmiş uranyum içeren 4 numaralı reaktörü 1983′te hizmete açıldı. 25 Nisan 1986′da bir güvenlik testi için reaktörün gücü yarı yarıya düşürüldü.
Bir gün sonra, yani 26 Nisan gecesi 1000MWth düzeyine inmesi gereken güç 30MWth’e düştü ve bu durum reaktörün kontrolden çıkmasına neden oldu. Saatler 01:23:48′i gösterdiğinde meydana gelen patlama reaktörün 2 bin tonluk çatısını havaya uçurdu. Üstelik geçmişi 1960′lara dayanan R.B.M.K tipi reaktörler, nükleer radyasyonun yayılmasını önleyecek bir üst yapıya da sahip değildi!
Çernobil’e en yakın yerleşim yeri Pripiyat’ta yaşayıp Çernobil’de çalışanlar,patlamayı izleyen 48 saat boyunca kol gezen ölümü görmezden geldi. Herkes sadece “bir kaza”dan bahsediyordu. Onlara ortalık sakinleşene kadar üç gün evlerinden uzaklaşmaları söylendi.
Ertesi gün Kızıl Ordu’nun genç askerlerine üsleri tarafından bir emir verildi: “Ya Çernobil Santrali’nin çevresini iki dakikada temizleyeceksiniz ya da Afganistan’da iki yıl savaşacaksınız!”Emri alan askerlerden bugün kaçının hayatta olduğu bilinmiyor!Pripiyat’ta 150 bin kişi evini terketti. Bir yıl sonra, 1987′de radyasyon düzeyi hâlâ çok yüksek olmasına rağmen “babuşkalar” (yaşlı kadınlar)birinci derece yasak bölgeye geri döndü. Devlet yetkilileriyse bu kadınların nükleer çağda sezyum-137 ile yüz yüze gelmeyi şehir hayatına tercih etmesine karşı kayıtsız kaldı.n buraya tıklayın.
ÖLÜM’ BULUTLARIN ETKİSİYLE YAYILDI
26 Nisan 1986′da Çernobil’de meydana gelen, Hiroşima’nın 100 katına denk patlamanın sadece SSCB sınırları içinde kalmayacağı açıktı.
Bulutlar yoluyla Kanada’dan Japonya’ya kadar taşınan radyasyonun Türkiye’yi etkilememesi söz konusu bile değildi! Buna karşın dönemin üst düzey yetkililerinin “Türkiye’de radyasyon yok” sözleri kulaklarımızda çınlarken, bölgede yetişen ürünlerde insan sağlığına zararlı hiçbir kirlenmenin olmadığını kanıtlamak için ince belli bardaklardan içtikleri çaylar da hafızalarımızdaki yerini aldı.
Fakat “görünmez düşman” radyasyon,insanlarla giriştiği savaşta yavaş yavaş zafere ulaşıyordu. 20 yılın ardından “kanser,” Karadeniz Bölgesi’ninölüm oranlarını gösteren grafiklerde yukarı doğru tırmandı. Radyasyonun Türkiye'deki etkileriyle ilgili çalışmalar ne yazık ki çok sınırlı. Bunda istatiksel yetersizliklerin de rolü büyük. Konuyla ilgili en son çalışma Türk Tabipler Birliği ve Hopa Belediyesi’nin işbirliğiyle 1-30Eylül 2005 tarihleri arasında Hopa ilçe merkezinde yapıldı. 1939 evde yaşayan 7 bin 831 kişi üzerinde gerçekleşen araştırmada 76 kanser vakası saptandı.
Hopa ilçe merkezindeki Sağlık Ocağı’nın kayıtlarına göre 2003 yılında meydana gelen 38 ölümün 21′i, 2004′te 36 ölümün 14′ü, 2005′te 22 ölümün 11′i kanser nedeniyle gerçekleşti. Bu üç yıl içinde meydana gelen 23 ölümün nedeniyse saptanamadı. Yani Hopa’da son üç yılda gerçekleşen ölümlerin yüzde 47.9′u kanserden! Bu Türkiye ortalamasının hayli üzerinde. Çünkü Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre 2004 yılında Türkiye’deki ölümlerde kanserin payı yüzde 11 İlçedeki kanser vakası sayısıyla kanser yüzünden ölümlerin Türkiye’nin diğer coğrafi alanlarına göre daha fazla görülmesi, durumun ne kadar tehlikeli ve daha ayrıntılı araştırılmaya muhtaç olduğunu gözler önüne seriyor. Çernobil felaketinin 20. yıldönümüyle, Sinop’a nükleer santral yapılması tartışmasının aynı günlere rastlamasıysa daha da tuhaf!
Sağlık Bakanlığı’nın Karadeniz Bölgesi’nde iki yıldır yürüttüğü “Kanser ve Kanser Risk Faktörleri Araştırması”nı değerlendiren nükleer teknoloji uzmanı Doç. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, “Çernobil Türkiye’de yoktur diye yalan söylüyorlar” dedi.
Sağlık Bakanlığı’nın Karadeniz Bölgesi’nde iki yıldır yürüttüğü “Kanser ve Kanser Risk Faktörleri Araştırması”nı değerlendiren nükleer teknoloji uzmanı Doç. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, “Çernobil Türkiye’de yoktur diye yalan söylüyorlar” dedi.
Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, Sağlık Bakanlığı’nın Karadeniz Bölgesi’nde iki yıldır yürüttüğü ‘Kanser ve Kanser Risk Faktörleri Araştırması’nın sonuçlarını değerlendirdi. Doç. Dr. Tanay Uyar, “Yapılan araştırma Isparta’nın temiz, Çernobil’den etkilenmemiş bir yer olduğunu söylüyor. Ama Karadeniz ile Isparta’da ‘aynı oranda kansere rastlıyoruz’ diyor. Bu rakamların eşit olması, Karadeniz’in Çernobil’den etkilenmediğini değil, ülkenin her tarafının aynı ölçüde Çernobil’den etkilendiğini gösteriyor” dedi.
Doç. Dr. Uyar’ın araştırma üzerine tespitleri şöyle:
BULUT TÜRKİYE’NİN ÜZERİNE ÇÖKTÜ
“Normalde doktorların bölgeleri birbiriyle karşılaştırıp burada daha az kanser var, burada daha fazla kanser var gibi bir değerlendirme yapmamaları gerekiyor. Çernobil’den çıkan bulutlar önce kuzeye, İsveç’e gitti. Hatta orada bir santralden dışarı sızıntı varmış gibi hissettiler. Ama daha sonra dışarıdan geldiğini tespit ettiler. Ardından da bulut yükseldi ve dönüp Türkiye’nin üzerine çöktü.”
ISPARTA DA KARADENİZ KADAR ETKİLENDİ
“Türkiye’nin yalnızca Karadeniz bölgesi değil, tüm bölgeleri bundan etkilendi. Bakanlığın yaptığı araştırma Isparta’nın temiz, Çernobil’den etkilenmemiş bir yer olduğunu söylüyor. Oysa bu ille Karadeniz’i karşılaştığımızda, bu, ‘kansere rastlamıyoruz’ değil, ‘aynı oranda kansere rastlıyoruz’ anlamına geliyor.
Bu rakamların eşit olması, Çernobil’e ilişkin yapılan raporlamalara göre, Karadeniz’in Çernobil’den etkilenmediğini değil, ülkenin her tarafının aynı ölçüde kanserden etkilendiğini gösteriyor. Isparta ve Karadeniz’de kanser oranlarının aynı olması, Çernobil’den aynı şekilde etkilendiklerini gösterir.
Sağlık Bakanlığı’nın kanser araştırması için tıklayın
Bunu kanıtlamak için Çernobil raporları ve bulutların gidip Türkiye’nin üzerine çöktüğüne dair uydu fotoğrafları var.”
TÜRKİYE’DE ÖLÇÜM YAPILMADI
“Türkiye’de Çernobil incelemeleri yapılmadı, yalnızca Avrupa bölgesinde yapıldı. Çernobil’den gelen radyasyonun satıh taranarak nerelerde yoğun olarak bulunduğunun ölçümü yapılmadı.
‘Kanser vakaları sigaradandır, Çernobil’den değildir’ sözü, Türkiye’nin bütünü Çernobil’den etkilendiği için bana göre anlamsız ve çok da bilimsel olmayan bir tespit.”
ÖLDÜRMEYEN RADYASYON YOKTUR
“Trakya ve Karadeniz’de yaşayanlar 59 milirem, diğer yörelerde yaşayanlar da 50 milirem radyasyon aldı, diyerek insanları birimlere boğuyorlar. Doğal çevreye uyumlu savaş olmayacağı gibi, radyasyonun da insanı öldürmeyeni yoktur. Kısa süreli alırsınız, o nedenle yayılır ki vücudu birden tahrip etmesin. Radyasyon radyasyondur ve maruz kalınmaması gerekir. Hücreler üzerinde etkilidir.
Ben nükleer mühendis olarak mezun oldum. Bizim kitaplarımızda, herhangi bir önlem 10 bin dolardan fazlasını gerektiriyorsa, ama karşılığında bir kişi ölüyorsa, o önlemi almaya gerek yoktur gibi mühendislik hesapları vardı.
Doğal çevreye ve insan sağlığına zarar veren bir şeyle uğraşınca, onun yapılmasını makul kılmak için bu tür sınırlamalar koyuyorsunuz. İnsanı zehirlemenin sınırı olur mu? Zehirlenmemesi gerekir. İnsan doğal çevrede yaşayacak ve bunun da enerji üretim biçimleri var. Dolayısıyla milirem farkı yoktur. Bu, bana sorarsanız insani bir şey değil.”
ÇERNOBİL’DEN ETKİLENENLERİN YARISI TÜRKİYE’DE
“Son yapılan ve Çernobil’in 20’nci yılında açıklanan ‘The Other Report on Chernobyl-Çernobil Üzerine Diğer Rapor’ araştırması verilerine göre 30-60 bin arasında kişinin kanserden ölümü bekleniyor.
Çernobil’in etkilerinin yarısı Batı Avrupa’ya düşmüş. Peki diğer yarısı nerede? Bu tür bir araştırma Türkiye’de yapılmadığı için diğer yarısının Türkiye’ye düştüğünü göremiyoruz.
Türkiye’de Çernobil üzerine yapılan bu araştırma ise ‘Çernobil’in kanser vakalarında bir etkisi yoktur, Karadeniz ile Isparta arasında fark yoktur’ diyor. Bizim argümanımız kaç milirem olduğu falan değil, Çernobil’den tüm Türkiye’nin etkilendiği. Türkiye’de yoktur diye bir yalan söylüyorlar ve onun üzerine birkaç yalan daha ekliyorlar.”
TARTIŞMANIN BİÇİMİ YANLIŞ
“Gazete ve televizyonlar araştırmanın bilimsel olmadığını söylüyor. Sağlık Bakanlığı ise bilimsel diyor. Ama ben zaten tartışma biçiminin yanlış olduğunu söylüyorum. Herkes ulaşabildiği bilgilerle ve bu işten anladığı kadarıyla bir tarafa çekiştiriyor.
Çernobil’in 20’nci yılında, araştırma verilerinin değerlendirildiği toplantıda Türkiye’den ben ve birkaç gazeteci daha vardı. O bilginin burada nasıl olsa olmayacağını ve kimsenin bunu fark etmeyeceğini düşünerek bu şekilde yaklaşıyorlar.
Toplantıya katılıp bilgi verenler de bu detayı bilmedikleri için tartışmayı alakasız bir yerden yürütüyorlar. Ben bunun kötü niyetli olduğunu düşünmüyorum.”
İNSANLARIN RAHAT ÖLMESİ SAĞLANMALIYDI
“Çernobil’in hemen ardından Türkiye’de tüm ölçümler yapılıp nerelerde kirlenme olduğu tespit edilmeli, insanların hangileri ölecekse onların rahat bir şekilde ölmelerine olanak sağlanmalıydı. Radyasyon buraya gelmişti ve insanlar ölecekti. Bunun nedeninin Çernobil olduğunu söylemek gerekiyordu.
Ukrayna kuzeyde olunca sorun hep kuzeyde diye bakılıyor. Ama makro düzeyde baktığınız zaman bunun bulutlarla tüm Anadolu’ya yayıldığının anlatılması gerekiyordu. Bunu da Atom Enerjisi Kurumu’ndaki insanlar yapacaktı.
Buradaki uzmanların yaptığı çalışmaları, ‘Hayır böyle bir şey yoktur’ diyerek kamuoyuna duyurmadığınız zaman bütün yurttaşlara karşı olan sorumluluğunuzu da yerine getirmemiş oluyorsunuz.
Araştırmadaki asıl sorun bu konunun bilinmemesinden kaynaklanıyor. Savunanlar Çernobil’de ne olmuş, radyasyonu nerelere dağılmış bilmedikleri için, kamudakiler de ölçmüşlerse de olmadığını kanıtlamak için çabalıyorlar. Çünkü bir yandan da Türkiye’de nükleer santral kurmaya çalışıyorlar.”
|
Greenpeace tarafından, Çernobil nükleer felaketinin 20. yıl dönümünde hazırlanan video, felaketin, insanlar üzerinde hala devam eden etkilerini yansıtıyor.
"Çernobil'in Bıraktığı Miras" adlı FotoGaleri'yi görmek için TIKLAYIN! |
Çernobil nükleer santral kazasının ardından…
Yakın geçmişte yaşadığımız en trajik yıldönümlerinden biri şüphesiz Çernobil Nükleer Santralindeki kazadır. Bu kazada Hiroşima'ya atılan bombanın 350 katı kadar toplam 450 çeşit radyonüklid havaya karıştı. Bu öyle bir kazaydı ki, uzaktan kumandalı makineler çalışmadı. Yüksek radyasyon elektronik devrelerini bozmuştu. En güvenilir robotlar! insanlardı. Kazadan sonra Çernobil'in çevresinde çalışan binlerce insan sonradan, kan kusarak, etleri lime lime dökülerek ve acı içinde kıvrana kıvrana can verdiler. Bu insanlar, barışçıl atomun da öldürebileceğini, insanın fizik kanunları karşısında çaresiz olduğunu yaşamları pahasına öğrendiler. Koruyucu giysileri vardı ancak dışarıda sıcaklık 30 derece olduğundan o giysilerle çalışamıyorlardı. O kadar çok radyasyon almışlardı ki, hastanelerde kendilerine ayrılan özel bölümlerdeyanlarında bulunan her cisim gerçek bir radyoaktif yan ürüne dönüşüyordu.
Kazadan sonra, Avrupa'nın yarısını kullanılmaz duruma getirecek 3-5 megaton büyüklüğündeki ikinci bir patlamayı da yine bu insanlar önledi.
"... herşeyden çok sevdiğim insan, onu kendim doğurmuş olsam daha fazla sevemeyeceğim insan gözlerimin önünde bir canavara dönüşerek öldü. Lenf bezlerini aldıkları için dolaşımı bozulmuştu, burnu bir yana kaydı, üç misli büyüdü. Gözleri iki yana bakmaya başladı, içlerinde farklı bir ışık vardı. Daha önce görmediğim ifadeleri görüyordum. Artık burada değildi sanki yine de gözlerinde bakan birileri vardı. Sonra bir gözü tamamen kapandı.
Tek korktuğum şey kendi halini görmesiydi. Sonra benden el işaretleriyle aynayı istemeye başladı. Unutmuş gibi yapar mutfağa kaçardım. İki gün boyunca onu atlatmayı başardım. Üçüncü gün not defterine “Aynayı getir” yazıp sonuna üç ünlem işareti koydu. Fısıldamayı bile başaramadığı için kalemle anlaşıyorduk…Sonunda en küçük aynayı getirdim. Kendine baktı ardından kafasını yatağa vurmaya başladı. Onu avutmaya çalıştım…
… Sıradan bir kanser değildi bu Çernobil kanseriydi. Doktorların dediğine göre, tümörler vücudunda metastaz yapsaymış kısa sürede ölürmüş. Oysa yavaş yavaş vücudu boyunca, yukarıya yüzüne doğru ilerlemiş. Yüzünde siyah bir şey oluştu. Çenesi kayboldu, dili dışarı çıktı. Damarları dışarı çıktı, kanamaya başladılar. Boynundan, yanaklarından, kulaklarından, her yerinden… Soğuk su getirip onu ıslak bezlerle sarardım ama hiçbir faydası olmazdı…“
Valentina Timofeyevna Panaseviç
Çernobil müdahale ekibindeki bir inşaat işçisinin karısı
Olaydan sonra Çernobil reaktörünün çevresinde yaşayanlar ilginç olaylara tanıklık ettiler. Tavukların ibikleri siyahtı, kırmızı değil. Süt ise hiç ekşimiyordu, kuruyup beyaz bir pudraya dönüşüyordu radyasyon yüzünden. Her yer radyasyon ünitesi gibi kokuyordu. İyodin kokusuydu bu. Görevliler, evlerin, binaların çatıları yıkadılar önce. Bütün tarlalar, bahçeler, ormanlar çalılar ve altındaki toprak, belli bir derinlikte kesilip bir halı gibi dürülüp kaldırılarak derin vadilere gömdüler. Bir hafta sonra gelip aynı kesip dürme işlemini tekrarlıyorlardı. Toprağı, toprağa gömüyorlardı. Talimatlar gereği bu işlemden önce yerin üç-dört metre altında satıh suyu olamaması gerekiyordu. Tabanı, çeperleri polietilen filmle kaplanması gerekiyordu. Bunlar talimatta yazanlardı, uygulama elbette ki farklı oldu.
Çevredeki insanlar ne olduğunu anlamıyorlardı. "Ne oldu çocuklar, dünyanın sonu mu geldi" diyorlardı. Hayvanları dışarı çıkarıp vurdular. Bunu yapmakla görevlendirilen biri "Atlar, onları vurmak için dışarı çıkarttığımızda ağlamaya başlarlardı" diye anlatıyor. Radyasyon alan insanlardaki ilk belirti, koku alma duyularını yitirmeleri oldu. Bitkindiler, öğrenciler dersin ortasında sıra üzerine yığılır ve bilinçlerini kaybederlerdi. Herkes mutsuz ve asık suratlıydı. Anneler günlük giydikleri giysileri hergün neden yıkamak zorunda olduklarını anlamamışlardı. Onlar için kir; mürekkep, çamur veya yağ lekesiydi, kısa ömürlü izotoplar değil. Bahçelerinde yetişen güzelim yiyecekleri, domatesleri, salatalıkları neden iki yıl boyunca yiyemeyeceklerini de anlamamışlardı. İnsanlar bazı şeylerini radyasyon ölçtürmek için getirirlerdi. Ama herşey limitlerin o kadar üstündeydi ki sonradan vazgeçtiler.
“... Nükleer Fizik Enstitüsü’yle, gönderdiğimiz toprak örneklerini test etsinler diye anlaşmıştık. Çim, siyah toprak örnekleri alıp Minsk’e gittiler. Analizler yaptılar. Ardından bana telefon ettiler: “Lütfen toprak numunelerini almak için bir araba gönderin.” “Şaka mı yapıyorsunuz? Minsk’e 400 km uzaktayız.” Ahize elimden düşecekti. “Toprağı buraya geri mi getireceğiz?” Yanıtları şöyle oldu: “Hayır şaka yapmıyoruz. Aslında bu numunelerin özel kaplar içinde beton ve metalden yapılma yeraltı kapları içine gömülmesi gerekir. Ama Belarus’un dört bir yanından numune yağıyor ve bir ay içinde bütün atık depomuz doldu.” Duyuyor musunuz? Aynı toprağı ekip biçiyorduk. Et ve süt planlarını yerine getirmemiz gerekiyordu. Buğday’dan votka yaptık. Elmalar, armutlar, vişneler meyve suyu olmaya gitti. Çocuklarımız o toprağın üzerinde oynadı…”
Vladimir Mateyeviç Ivanov
Slavgorad Parti Komitesi eski genel sekreteri
Yakın geçmişte yaşadığımız en trajik yıldönümlerinden biri şüphesiz Çernobil Nükleer Santralindeki kazadır. Bu kazada Hiroşima'ya atılan bombanın 350 katı kadar toplam 450 çeşit radyonüklid havaya karıştı. Bu öyle bir kazaydı ki, uzaktan kumandalı makineler çalışmadı. Yüksek radyasyon elektronik devrelerini bozmuştu. En güvenilir robotlar! insanlardı. Kazadan sonra Çernobil'in çevresinde çalışan binlerce insan sonradan, kan kusarak, etleri lime lime dökülerek ve acı içinde kıvrana kıvrana can verdiler. Bu insanlar, barışçıl atomun da öldürebileceğini, insanın fizik kanunları karşısında çaresiz olduğunu yaşamları pahasına öğrendiler. Koruyucu giysileri vardı ancak dışarıda sıcaklık 30 derece olduğundan o giysilerle çalışamıyorlardı. O kadar çok radyasyon almışlardı ki, hastanelerde kendilerine ayrılan özel bölümlerdeyanlarında bulunan her cisim gerçek bir radyoaktif yan ürüne dönüşüyordu.
Kazadan sonra, Avrupa'nın yarısını kullanılmaz duruma getirecek 3-5 megaton büyüklüğündeki ikinci bir patlamayı da yine bu insanlar önledi.
"... herşeyden çok sevdiğim insan, onu kendim doğurmuş olsam daha fazla sevemeyeceğim insan gözlerimin önünde bir canavara dönüşerek öldü. Lenf bezlerini aldıkları için dolaşımı bozulmuştu, burnu bir yana kaydı, üç misli büyüdü. Gözleri iki yana bakmaya başladı, içlerinde farklı bir ışık vardı. Daha önce görmediğim ifadeleri görüyordum. Artık burada değildi sanki yine de gözlerinde bakan birileri vardı. Sonra bir gözü tamamen kapandı.
Tek korktuğum şey kendi halini görmesiydi. Sonra benden el işaretleriyle aynayı istemeye başladı. Unutmuş gibi yapar mutfağa kaçardım. İki gün boyunca onu atlatmayı başardım. Üçüncü gün not defterine “Aynayı getir” yazıp sonuna üç ünlem işareti koydu. Fısıldamayı bile başaramadığı için kalemle anlaşıyorduk…Sonunda en küçük aynayı getirdim. Kendine baktı ardından kafasını yatağa vurmaya başladı. Onu avutmaya çalıştım…
… Sıradan bir kanser değildi bu Çernobil kanseriydi. Doktorların dediğine göre, tümörler vücudunda metastaz yapsaymış kısa sürede ölürmüş. Oysa yavaş yavaş vücudu boyunca, yukarıya yüzüne doğru ilerlemiş. Yüzünde siyah bir şey oluştu. Çenesi kayboldu, dili dışarı çıktı. Damarları dışarı çıktı, kanamaya başladılar. Boynundan, yanaklarından, kulaklarından, her yerinden… Soğuk su getirip onu ıslak bezlerle sarardım ama hiçbir faydası olmazdı…“
Valentina Timofeyevna Panaseviç
Çernobil müdahale ekibindeki bir inşaat işçisinin karısı
Olaydan sonra Çernobil reaktörünün çevresinde yaşayanlar ilginç olaylara tanıklık ettiler. Tavukların ibikleri siyahtı, kırmızı değil. Süt ise hiç ekşimiyordu, kuruyup beyaz bir pudraya dönüşüyordu radyasyon yüzünden. Her yer radyasyon ünitesi gibi kokuyordu. İyodin kokusuydu bu. Görevliler, evlerin, binaların çatıları yıkadılar önce. Bütün tarlalar, bahçeler, ormanlar çalılar ve altındaki toprak, belli bir derinlikte kesilip bir halı gibi dürülüp kaldırılarak derin vadilere gömdüler. Bir hafta sonra gelip aynı kesip dürme işlemini tekrarlıyorlardı. Toprağı, toprağa gömüyorlardı. Talimatlar gereği bu işlemden önce yerin üç-dört metre altında satıh suyu olamaması gerekiyordu. Tabanı, çeperleri polietilen filmle kaplanması gerekiyordu. Bunlar talimatta yazanlardı, uygulama elbette ki farklı oldu.
Çevredeki insanlar ne olduğunu anlamıyorlardı. "Ne oldu çocuklar, dünyanın sonu mu geldi" diyorlardı. Hayvanları dışarı çıkarıp vurdular. Bunu yapmakla görevlendirilen biri "Atlar, onları vurmak için dışarı çıkarttığımızda ağlamaya başlarlardı" diye anlatıyor. Radyasyon alan insanlardaki ilk belirti, koku alma duyularını yitirmeleri oldu. Bitkindiler, öğrenciler dersin ortasında sıra üzerine yığılır ve bilinçlerini kaybederlerdi. Herkes mutsuz ve asık suratlıydı. Anneler günlük giydikleri giysileri hergün neden yıkamak zorunda olduklarını anlamamışlardı. Onlar için kir; mürekkep, çamur veya yağ lekesiydi, kısa ömürlü izotoplar değil. Bahçelerinde yetişen güzelim yiyecekleri, domatesleri, salatalıkları neden iki yıl boyunca yiyemeyeceklerini de anlamamışlardı. İnsanlar bazı şeylerini radyasyon ölçtürmek için getirirlerdi. Ama herşey limitlerin o kadar üstündeydi ki sonradan vazgeçtiler.
“... Nükleer Fizik Enstitüsü’yle, gönderdiğimiz toprak örneklerini test etsinler diye anlaşmıştık. Çim, siyah toprak örnekleri alıp Minsk’e gittiler. Analizler yaptılar. Ardından bana telefon ettiler: “Lütfen toprak numunelerini almak için bir araba gönderin.” “Şaka mı yapıyorsunuz? Minsk’e 400 km uzaktayız.” Ahize elimden düşecekti. “Toprağı buraya geri mi getireceğiz?” Yanıtları şöyle oldu: “Hayır şaka yapmıyoruz. Aslında bu numunelerin özel kaplar içinde beton ve metalden yapılma yeraltı kapları içine gömülmesi gerekir. Ama Belarus’un dört bir yanından numune yağıyor ve bir ay içinde bütün atık depomuz doldu.” Duyuyor musunuz? Aynı toprağı ekip biçiyorduk. Et ve süt planlarını yerine getirmemiz gerekiyordu. Buğday’dan votka yaptık. Elmalar, armutlar, vişneler meyve suyu olmaya gitti. Çocuklarımız o toprağın üzerinde oynadı…”
Vladimir Mateyeviç Ivanov
Slavgorad Parti Komitesi eski genel sekreteri